Bir Kitabın iki kapağı arasına mesken kurmuş kelimeler, yalnız kendilerinden ibaret olmadıkları gibi, okuyanların kalbine uzattıkları sicim sayesinde, hem okuru hem yazarı, dünyanın en güzel suç ortaklığına sürükler ve hayata yeni bir kapı açar. Kelimeler bizatihi hayattan alırlar güçlerini. Hayatın içinden fışkıramayan sözler, tesirleri itibariyle uçucu ve yüzergezer olmaya mahkumdurlar. Gerek dünya gerekse Türk Edebiyatı’nın büyük yazarlarının eserleri incelendiğinde, hayatın büyük deviniminden doğdukları, kısmende olsa ancak gerçeğin bilgisini eriştikten sonra, onu şekillendirdikleri görünür. Hayatı tanımayan, içinde doğduğu toplumdan, onun siyasi, tarihi yahut ekonomik gelişmelerden, aynı ülkeyi yahut dünyayı paylaştığı insanların psikolojisinden bihaber hiçbir yazar, bir klasik vücuda getirememiştir. Bu anlamda Türk Edebiyatının bizi bize anlatan, acılarımızı ve sevinçlerimizi dillendiren yazıları, kendi bahçemizde boy vermiş çiçekler gibidir.

Milli şairimiz Mehmet Akif de bu çiçeklerden biridir, mahzun ve mütevekkil ve haza güzel. İstiklal Harbi’nin o dehşetengiz günlerine şahit olmuş, vatanın yaşadığı kabus yıllarının acısını ciğerinde duymuş bir Osmanlı aydını olarak, Milli Marşımızı tertemiz, dupduru ve adeda tarihe vesika düşürecek nitelikte mısralarla yazmıştır.

Ağlarım, Ağlamam, Hissederim, söyleyemem. Dili yok Kalbimin, ondan ne kadar bizarim.